14 Ağu 2016

AKYAKA ve GÖKOVA KÖRFEZİ-Mavi Yolculuk

Doksanlı yıllarda ailece MTA’nın Marmaris ile Datça arasında yer alan yaz kampına giderdik. Aynı zamanda doğal sit alanı olan bu kamp, o kadar eşsiz bir koya sahipti ki her sene haftalar öncesinden bu yolculuğun hayalini kurardık. Muğla yolları görsel şölendi bizim için; ne de olsa yeşile hasret Ankaralılardık. Annemle sabahın ilk ışıklarında gözümüzü açar, aşık olduğumuz o geçide gelip gelmediğimizi kontrol ederdik. Oraya gelince ise nefesimiz kesilirdi; büyülenirdik adeta. Oranın Gökova olduğunu yıllar sonra Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Gezileri” kitabından öğrenecektim.

bir başkadır Gökova!
Ve yine o yolculuklarda önünden geçtiğimiz Muğla Üniversitesi’ni kazanıp 4 yılımın Muğla’da geçeceğini hiç tahmin edemezdim. Muğla’yı kazandığımı da o kampta öğrenmiştim üstelik! Okulu görmek için Marmaris’ten günübirlik Muğla’ya gitmiştik. Nasıl ağlamıştım; bu küçücük yerde ne yaparım, Ankara’dan nasıl ayrılırım, diye. “Bir gelirken bir de giderken ağlarlar” demişti kayıttaki memur. Dönerken ağlamıştım en çok. Kalbim hep Ege’de kaldı. Muğla’da geçen öğrencilik yıllarım o kadar güzeldi ki.. Böylesine cennet bir yerde geçirilen öğrencilik hayatı kelimelere sığmaz tabi. Söyleyebileceğim tek şey, çok şanslıydım. Her anın değerini bildim. Okuldaki kafeteryada otururken, aniden karar verip gün batımını izlemeye Akyaka'ya gittiğimiz de oldu; okul çıkışları parmak arası terliklerimizle Akyaka ya da İçmeler sahiline de.. Gece eğlenmeye Marmaris'e gitmek ya da bir yılbaşı gecesini sadece okul arkadaşlarının olduğu bir teknede geçirmek paha biçilemezdi. Hangi birini anlatayım?! Muğla merkezde olmak bile güzeldi aslında. Çoğunlukla öğrencilerin doldurduğu, herkesin birbirini tanıdığı sıcacık, hoş mekanlarda geçti zamanlarımız. Çok özlüyorum..    

Aşktır Akyaka..
Öğrenciyken en sık gittiğimiz yerdi Akyaka.. Çok eskiden tepeden bakıp hayran olduğum yer, sonrasında daha da anlamlı hale geldi bu yüzden. Bazı yerlere anılarla bağlıdır insan.. Oraya her gidişimde hala kalbim çarpar.

Öğrencilik yılları..Akyaka/2000
Akyaka kaçamağı-2002
...

Muğla’yı geçip Sakar Geçidi’ne geldiğinizde Gökova Körfezi’nin o muhteşem manzarasına hayran kalırsınız. (Her seferinde bana “işte bu” dedirten yer). Kıvrım kıvrım aşağı doğru inerken sağda Gökova yol ayrımına girersiniz ve çam ormanlarının arasından geçerek şirin mi şirin Akyaka’ya ulaşırsınız. Öncelikle mimarisi Nail Çakırhan’a ait olan o güzel Akyaka evleri dikkatinizi çeker. Kendisi geleneksel mimariyi yaşatmak için ahşap evler inşa etmiş; Akyaka mimarisine damgasına vurmuş ve Uluslararası Mimarlık Ödülü’nü kazanmış önemli bir değer. Günümüzde rant uğruna yapılan çirkin yapılaşmayı görünce takdir ediyor insan.

işte bu!
Akyaka sahilinin de ayrı bir havası vardır. Palmiyeleri, denize dik uzanan dağları, mis gibi havası, tatlı tatlı esen meltemi bir başkadır. Milli park tarafına geçince ormanın içinde gizli saklı küçücük koyları vardır. Sahili olmayan, taşlık, sakin yerler.. O taraftan Akyaka sahiline bakmak ne güzeldir! Ormanda kampçılar vardır.  Biraz daha uzakta Çınar koyu.. Soğuk su akıntısı karıştığından oranın suyu biraz daha soğuktur. Taşlıktır ama berraktır.




Azmak tarafı da ayrı güzeldir. Azmak'ta ördekler, balıklar, çeşitli kuş türleri yaşar. Kısa tekne turlarıyla Azmak'ta gezilebilir. Buz gibi suyuna girmek biraz cesaret ister. Azmak kenarındaki balık restoranlarında oturmak çok keyiflidir. Ayaklarınız suyun içinde masanızda oturup balığınızı yediğinizi, etrafınızda ise ördeklerin yüzdüğünü hayal edin. Nasıl keyifli!

Azmak'ın asıl sahipleri :)
Akyaka’nın küçücük merkezinde birkaç dükkan, market, küçük apart oteller vardır. Gece hayatı olmayan sessiz, sakin, huzurlu bir yerdir. Ama şimdilerde daha çok mekan ve otel açılmış sanırım. Orası da sakin bir yer olmaktan çıkıp yazları kalabalık bir turizm merkezi haline gelmiş maalesef. Umarım “slow city” projesi işe yarar ve bu nadide belde bozulmaz.

Gökova denilince Aşıklar Yolu ve Çınar’ı da hatırlamamak olmaz.

Aşıklar Yolu, Muğla-Marmaris yolu üzerinde Gökova'ya bağlı meşhur ağaçlıklı yol. 1930lu yıllarda köylüler tarafından yüzlerce okaliptüs ağacının dikilmesiyle bu muhteşem görünümünü kazanmış bir yer. 20-25 yıl önce Muğla-Marmaris karayolu olarak kullanılıyordu. Marmaris yolculuklarımızda o devasa ağaçların arasından geçmeye bayılırdım. Günümüzde yürüyüş yolu olarak kullanılıyor; arabaya tamamen kapatılmış değil.



Yolun sonunda meşhur Akçapınar Tostçusu yer alıyor. Üniversite 1.sınıftayken Muğlalı bir arkadaşımız götürmüştü. O zamanlar küçücük bir yerdi. Yıllar sonra tekrar gittiğimde yenilenmiş, büyümüş buldum ama lezzetinden hiçbir şey kaybetmemiş. Meşhur tostu ve enfes yörük ayranını tadın derim.
 

Çınar ise Marmaris'e 12 km kala Sedir Adası kavşağından sağa döndüğünüzde, Çamlı köyü yolunda şahane bir yer. Su şırıltıları, kuş cıvıltıları, ördekler, kazlar, horozlar eşliğinde doğayla iç içe enfes bir köy kahvaltısı var. Öğrencilik yıllarımda yine gitmeye doyamadığım yerlerden biri.

Çınar günleri-2005
GÖKOVA KÖRFEZİ-Mavi yolculuk
Cevat Şakir’in dediği gibi “Roma’yı gör de öl derler, Gökova’yı gör de yaşa a canım” Gökova’nın eşsiz koyları cennete açılan birer kapı gibi.. Gökova denilince akla tabi ki ünlü denizci Sadun Boro gelir. Sadun Boro, Gökova’yı dünyanın cenneti olarak anlatır. Eskiden tüm kışı Okluk Koyu’nda efsane teknesi Kısmet’te geçirirmiş. Bu koyun ortasına da bir denizkızı heykeli yaptırmış. Denizkızı heykeli İngiliz Limanı’na yakın bir yerde denizin ortasında sizi selamlar. Üzerinde ise Sadun Boro’nun sözleri yer alır: “Bu denizkızı, düşlerini süsleyen cennete erişebilmek için nice engin denizler, ufuklar aştı. Kıtalar, adalar, koylar dolaştı. Ta ki Gökova’ya ulaşana kadar.”

Denizkızı heykeli (bu ve yukarıdaki fotoğrafların görüntü kalitesi çok düşük ne yazık ki; o zamanlar dijital makineler yaygın değil tabi)
Ben de denizkızı oldum ve defalarca gidip doyamadığım bu koyları, yıllar sonra 1 haftalık mavi yolculuk sayesinde tam anlamıyla hissettim. Yetti mi derseniz, tabi ki yetmedi; hiçbir zaman yetmez. Üçüncü mavi yolculuk deneyimimdi ve yine aynı şeyi düşündüm: “Gerçek olan tek şey sonsuz mavilik! Bir teknem olsa ve denizde yaşayabilsem..” Denizdeyken her şey o kadar boş ki; gündemden, hırslı insanlardan uzak, yeşil ve maviden başka bir şey görmemek, müthiş bir duygu..  



Sedir Adası ile başlamak isterim. Diğer adıyla Kleopatra Adası, Gökova Körfezi’nin incisi. Maldivleri aratmayacak büyüleyici bir güzelliğe sahip. Günlük tekne turlarının ve mavi tur rotalarının uğrak noktası olan ada, doğal sit alanı olduğu için koruma altında ve girişi ücretli. Turnikeden geçip ahşap yürüme yolundan kıyıyı gördüğünüzde gözlerinize inanamıyorsunuz. Cennete düşmüş gibi bir duygu.. Denizin rengi, doğası, antik dokusu ve en önemlisi kumu ile tropikal bir adaya adım atmışsınız gibi. 








Kumu oldukça değerli; efsaneye göre Kleopatra için Mısır’dan özel olarak getirilmiş. Dünyada sadece Kuzey Afrika’da ve Sedir Adası’nda olan bu özel kumun ateşte yanma, suda kendiliğinden çoğalma ve büyüteçle incelendiğinde hareket etme gibi özelliklere sahip olması onu eşsiz kılıyor. Eskiden kumların olduğu bölüme havlu, terlik ve giysiyle girmek yasak iken günümüzde o kısım iplerle çevrilmiş ve geçiş tamamen yasaklanmış. Çıkışta duş alma zorunluluğu var. Yıllar önceki gidişimde duş aldığım halde sırtımda biraz kum taneciği kalmış olacak ki tekneye binmeden önce görevliler seslenmişti. Denizden kovayla aldıkları suyu sırtıma dökerek o narin kumları kurtarmışlardı:) O zamanlarda kumların üzerinde dilediğimizce oturup güneşlenebiliyorduk ama bunun gibi kontroller vardı. Şimdi ise aldıkları önlemler yerinde olmuş ama kumun azalmasını engelleyememişler ne yazık ki..





Adanın batısında Roma dönemine ait antik kalıntılar bulunuyor. Agora tiyatrosu görülmeye değer. Yürüyerek buraları gezebilirsiniz. Kıyıdan yukarı doğru gidip sola döndüğünüzde ahşap yol sizi antik tiyatroya götürecek. Tiyatroyu gezdikten sonra geri dönmeyin sakın. Yukarıya doğru devam edin; bir tarafta antik kent, diğer tarafta turkuaz sularıyla muhteşem bir manzara size görsel bir şölen sunacak.

Agora Tiyatrosu






Bu arada öğle saatlerinden itibaren büyük bir kalabalıkla karşılaşacağınızdan, adaya gitmek için sabahın erken saatlerini tercih edin derim.









Gökova Körfezi’nin diğer koyları birbirinden güzel. Kissebükü, Yedi Adalar, Kargılı Löngöz, Karacasöğüt, Tuzla, Çökertme, Orak Adası..
Kissebükü
Geceyi burada geçirmek üzere demir attık, günün her saati farklı bir güzellik..
Yedi Adalar'a demir attığımızda huzurun zirvesindeydim. Halikarnas balıkçısı burası için “Adalar burada gökyüzünde asılı gibi durur. Burası Gökova’nın, dünyanın merkezidir” der. Yeşil ve mavinin büyüleyiciliği, doğanın sesleri burada başka bir anlam kazanıyor sanki. Sabah böyle bir yerde uyanmak, gece ise aynı yerde yıldızlarla birlikte kendini denizin ve doğanın dinginliğine bırakmak paha biçilemez. 

Sabah uyandığımda gördüğüm manzara-Yedi Adalar
en güzel kahve keyfi :)










Çökertme
Çökertme
Tuzla Koyu


düşlediğim hayat bu kadar sade aslında..
bir çapa+bir dümen=mutluluk