Doksanlı yıllarda ailece MTA’nın Marmaris ile Datça arasında
yer alan yaz kampına giderdik. Aynı zamanda doğal sit alanı olan bu kamp, o
kadar eşsiz bir koya sahipti ki her sene haftalar öncesinden bu yolculuğun
hayalini kurardık. Muğla yolları görsel şölendi bizim için; ne de olsa
yeşile hasret Ankaralılardık. Annemle sabahın ilk ışıklarında gözümüzü açar, aşık olduğumuz o geçide gelip gelmediğimizi kontrol ederdik. Oraya gelince ise
nefesimiz kesilirdi; büyülenirdik adeta. Oranın Gökova olduğunu yıllar sonra
Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Gezileri” kitabından öğrenecektim.
Ve yine o yolculuklarda önünden geçtiğimiz Muğla
Üniversitesi’ni kazanıp 4 yılımın Muğla’da geçeceğini hiç tahmin edemezdim. Muğla’yı kazandığımı da o kampta öğrenmiştim üstelik! Okulu görmek için
Marmaris’ten günübirlik Muğla’ya gitmiştik. Nasıl ağlamıştım; bu küçücük yerde
ne yaparım, Ankara’dan nasıl ayrılırım, diye. “Bir gelirken bir de
giderken ağlarlar” demişti kayıttaki memur. Dönerken ağlamıştım en çok. Kalbim
hep Ege’de kaldı. Muğla’da geçen öğrencilik yıllarım o kadar güzeldi ki.. Böylesine cennet bir yerde geçirilen öğrencilik hayatı kelimelere sığmaz tabi. Söyleyebileceğim tek şey, çok şanslıydım. Her
anın değerini bildim. Okuldaki kafeteryada otururken, aniden karar verip gün batımını izlemeye Akyaka'ya gittiğimiz de oldu; okul çıkışları parmak arası terliklerimizle Akyaka ya da İçmeler sahiline de.. Gece eğlenmeye Marmaris'e gitmek ya da bir yılbaşı gecesini sadece okul arkadaşlarının olduğu bir teknede geçirmek paha biçilemezdi. Hangi birini anlatayım?! Muğla merkezde olmak bile güzeldi aslında. Çoğunlukla öğrencilerin doldurduğu, herkesin birbirini tanıdığı sıcacık, hoş mekanlarda geçti zamanlarımız. Çok özlüyorum..
Aşktır Akyaka..
Öğrenciyken en sık gittiğimiz yerdi Akyaka.. Çok eskiden
tepeden bakıp hayran olduğum yer, sonrasında daha da anlamlı hale geldi bu
yüzden. Bazı yerlere anılarla bağlıdır insan.. Oraya her gidişimde hala kalbim
çarpar.
...
Muğla’yı geçip Sakar Geçidi’ne geldiğinizde Gökova Körfezi’nin o muhteşem manzarasına hayran kalırsınız. (Her seferinde bana “işte bu” dedirten yer). Kıvrım kıvrım aşağı doğru inerken sağda Gökova yol ayrımına girersiniz ve çam ormanlarının arasından geçerek şirin mi şirin Akyaka’ya ulaşırsınız. Öncelikle mimarisi Nail Çakırhan’a ait olan o güzel Akyaka evleri dikkatinizi çeker. Kendisi geleneksel mimariyi yaşatmak için ahşap evler inşa etmiş; Akyaka mimarisine damgasına vurmuş ve Uluslararası Mimarlık Ödülü’nü kazanmış önemli bir değer. Günümüzde rant uğruna yapılan çirkin yapılaşmayı görünce takdir ediyor insan.
Muğla’yı geçip Sakar Geçidi’ne geldiğinizde Gökova Körfezi’nin o muhteşem manzarasına hayran kalırsınız. (Her seferinde bana “işte bu” dedirten yer). Kıvrım kıvrım aşağı doğru inerken sağda Gökova yol ayrımına girersiniz ve çam ormanlarının arasından geçerek şirin mi şirin Akyaka’ya ulaşırsınız. Öncelikle mimarisi Nail Çakırhan’a ait olan o güzel Akyaka evleri dikkatinizi çeker. Kendisi geleneksel mimariyi yaşatmak için ahşap evler inşa etmiş; Akyaka mimarisine damgasına vurmuş ve Uluslararası Mimarlık Ödülü’nü kazanmış önemli bir değer. Günümüzde rant uğruna yapılan çirkin yapılaşmayı görünce takdir ediyor insan.
Akyaka sahilinin de ayrı bir havası vardır. Palmiyeleri, denize
dik uzanan dağları, mis gibi havası, tatlı tatlı esen meltemi bir başkadır.
Milli park tarafına geçince ormanın içinde gizli saklı küçücük koyları vardır.
Sahili olmayan, taşlık, sakin yerler.. O taraftan Akyaka sahiline bakmak ne güzeldir! Ormanda kampçılar vardır.
Biraz daha uzakta Çınar koyu.. Soğuk su akıntısı karıştığından oranın suyu biraz daha soğuktur.
Taşlıktır ama berraktır.
Azmak tarafı da ayrı güzeldir. Azmak'ta ördekler, balıklar,
çeşitli kuş türleri yaşar. Kısa tekne turlarıyla Azmak'ta gezilebilir. Buz gibi
suyuna girmek biraz cesaret ister. Azmak kenarındaki balık restoranlarında oturmak çok keyiflidir. Ayaklarınız suyun
içinde masanızda oturup balığınızı yediğinizi, etrafınızda ise ördeklerin yüzdüğünü
hayal edin. Nasıl keyifli!
Akyaka’nın küçücük merkezinde birkaç dükkan, market, küçük
apart oteller vardır. Gece hayatı olmayan sessiz, sakin, huzurlu bir yerdir.
Ama şimdilerde daha çok mekan ve otel açılmış sanırım. Orası da sakin bir yer
olmaktan çıkıp yazları kalabalık bir turizm merkezi haline gelmiş maalesef.
Umarım “slow city” projesi işe yarar ve bu nadide belde bozulmaz.
Gökova denilince Aşıklar Yolu ve Çınar’ı da hatırlamamak olmaz.
Aşıklar Yolu, Muğla-Marmaris yolu üzerinde Gökova'ya
bağlı meşhur ağaçlıklı yol. 1930lu yıllarda köylüler tarafından yüzlerce
okaliptüs ağacının dikilmesiyle bu muhteşem görünümünü kazanmış bir yer. 20-25
yıl önce Muğla-Marmaris karayolu olarak kullanılıyordu. Marmaris
yolculuklarımızda o devasa ağaçların arasından geçmeye bayılırdım. Günümüzde
yürüyüş yolu olarak kullanılıyor; arabaya tamamen kapatılmış değil.
Yolun
sonunda meşhur Akçapınar Tostçusu yer alıyor. Üniversite 1.sınıftayken Muğlalı
bir arkadaşımız götürmüştü. O zamanlar küçücük bir yerdi. Yıllar sonra tekrar
gittiğimde yenilenmiş, büyümüş buldum ama lezzetinden hiçbir şey kaybetmemiş.
Meşhur tostu ve enfes yörük ayranını tadın derim.
Çınar ise Marmaris'e 12 km kala Sedir Adası kavşağından sağa döndüğünüzde, Çamlı köyü yolunda şahane bir yer. Su şırıltıları, kuş cıvıltıları, ördekler, kazlar, horozlar eşliğinde doğayla iç içe enfes bir köy kahvaltısı var. Öğrencilik yıllarımda yine gitmeye doyamadığım yerlerden biri.
GÖKOVA KÖRFEZİ-Mavi yolculuk
Cevat
Şakir’in dediği gibi “Roma’yı gör de öl derler, Gökova’yı gör de yaşa a canım”
Gökova’nın eşsiz koyları cennete açılan birer kapı gibi.. Gökova denilince akla
tabi ki ünlü denizci Sadun Boro gelir. Sadun Boro, Gökova’yı dünyanın cenneti
olarak anlatır. Eskiden tüm kışı Okluk Koyu’nda efsane teknesi Kısmet’te
geçirirmiş. Bu koyun ortasına da bir denizkızı heykeli yaptırmış. Denizkızı
heykeli İngiliz Limanı’na yakın bir yerde denizin ortasında sizi selamlar.
Üzerinde ise Sadun Boro’nun sözleri yer alır: “Bu denizkızı, düşlerini süsleyen
cennete erişebilmek için nice engin denizler, ufuklar aştı. Kıtalar, adalar,
koylar dolaştı. Ta ki Gökova’ya ulaşana kadar.”
Denizkızı heykeli (bu ve yukarıdaki fotoğrafların görüntü kalitesi çok düşük ne yazık ki; o zamanlar dijital makineler yaygın değil tabi) |
Ben de
denizkızı oldum ve defalarca gidip doyamadığım bu koyları, yıllar sonra 1 haftalık mavi
yolculuk sayesinde tam anlamıyla hissettim. Yetti mi derseniz, tabi ki yetmedi;
hiçbir zaman yetmez. Üçüncü mavi yolculuk deneyimimdi ve yine aynı şeyi
düşündüm: “Gerçek olan tek şey sonsuz mavilik! Bir teknem olsa ve denizde
yaşayabilsem..” Denizdeyken her şey o kadar boş ki; gündemden, hırslı
insanlardan uzak, yeşil ve maviden başka bir şey görmemek, müthiş bir duygu..
Sedir Adası ile başlamak isterim. Diğer adıyla Kleopatra Adası, Gökova
Körfezi’nin incisi. Maldivleri aratmayacak büyüleyici bir güzelliğe sahip.
Günlük tekne turlarının ve mavi tur rotalarının uğrak noktası olan ada, doğal
sit alanı olduğu için koruma altında ve girişi ücretli. Turnikeden geçip ahşap
yürüme yolundan kıyıyı gördüğünüzde gözlerinize inanamıyorsunuz. Cennete düşmüş
gibi bir duygu.. Denizin rengi, doğası, antik dokusu ve en önemlisi kumu ile
tropikal bir adaya adım atmışsınız gibi.
Kumu oldukça değerli; efsaneye göre Kleopatra için Mısır’dan özel olarak getirilmiş. Dünyada sadece Kuzey Afrika’da ve Sedir Adası’nda olan bu özel kumun ateşte yanma, suda kendiliğinden çoğalma ve büyüteçle incelendiğinde hareket etme gibi özelliklere sahip olması onu eşsiz kılıyor. Eskiden kumların olduğu bölüme havlu, terlik ve giysiyle girmek yasak iken günümüzde o kısım iplerle çevrilmiş ve geçiş tamamen yasaklanmış. Çıkışta duş alma zorunluluğu var. Yıllar önceki gidişimde duş aldığım halde sırtımda biraz kum taneciği kalmış olacak ki tekneye binmeden önce görevliler seslenmişti. Denizden kovayla aldıkları suyu sırtıma dökerek o narin kumları kurtarmışlardı:) O zamanlarda kumların üzerinde dilediğimizce oturup güneşlenebiliyorduk ama bunun gibi kontroller vardı. Şimdi ise aldıkları önlemler yerinde olmuş ama kumun azalmasını engelleyememişler ne yazık ki..
Kumu oldukça değerli; efsaneye göre Kleopatra için Mısır’dan özel olarak getirilmiş. Dünyada sadece Kuzey Afrika’da ve Sedir Adası’nda olan bu özel kumun ateşte yanma, suda kendiliğinden çoğalma ve büyüteçle incelendiğinde hareket etme gibi özelliklere sahip olması onu eşsiz kılıyor. Eskiden kumların olduğu bölüme havlu, terlik ve giysiyle girmek yasak iken günümüzde o kısım iplerle çevrilmiş ve geçiş tamamen yasaklanmış. Çıkışta duş alma zorunluluğu var. Yıllar önceki gidişimde duş aldığım halde sırtımda biraz kum taneciği kalmış olacak ki tekneye binmeden önce görevliler seslenmişti. Denizden kovayla aldıkları suyu sırtıma dökerek o narin kumları kurtarmışlardı:) O zamanlarda kumların üzerinde dilediğimizce oturup güneşlenebiliyorduk ama bunun gibi kontroller vardı. Şimdi ise aldıkları önlemler yerinde olmuş ama kumun azalmasını engelleyememişler ne yazık ki..
Adanın batısında Roma dönemine ait antik kalıntılar bulunuyor. Agora tiyatrosu görülmeye değer. Yürüyerek buraları gezebilirsiniz. Kıyıdan yukarı doğru gidip sola döndüğünüzde ahşap yol sizi antik tiyatroya götürecek. Tiyatroyu gezdikten sonra geri dönmeyin sakın. Yukarıya doğru devam edin; bir tarafta antik kent, diğer tarafta turkuaz sularıyla muhteşem bir manzara size görsel bir şölen sunacak.
Bu arada öğle
saatlerinden itibaren büyük bir kalabalıkla karşılaşacağınızdan, adaya gitmek için sabahın erken saatlerini tercih edin derim.
Gökova Körfezi’nin diğer koyları birbirinden güzel. Kissebükü, Yedi Adalar, Kargılı Löngöz, Karacasöğüt, Tuzla, Çökertme, Orak Adası..
Yedi Adalar'a demir attığımızda huzurun zirvesindeydim. Halikarnas balıkçısı burası
için “Adalar burada gökyüzünde asılı gibi durur. Burası Gökova’nın, dünyanın
merkezidir” der. Yeşil ve mavinin büyüleyiciliği, doğanın sesleri burada başka
bir anlam kazanıyor sanki. Sabah böyle bir yerde uyanmak, gece ise aynı yerde
yıldızlarla birlikte kendini denizin ve doğanın dinginliğine bırakmak paha biçilemez.
Sabah uyandığımda gördüğüm manzara-Yedi Adalar |
en güzel kahve keyfi :) |
Çökertme |
Çökertme |
Tuzla Koyu |
düşlediğim hayat bu kadar sade aslında.. |
bir çapa+bir dümen=mutluluk |