23 Nis 2016

KELEBEKLER VADİSİ'nden KABAK KOYU'na..

Kelebekler vadisi Likya yolu üzerinde Fethiye-Ölüdeniz sınırları içerisinde yer alır. Yaklaşık yüz kelebek türünün bulunduğu vadi koruma altına alınarak 1. derecede sit alanı ilan edilmiştir. 

Vadiye Ölüdeniz’den kalkan teknelerle ulaşabileceğiniz gibi araçla Faralya üzerinden devam edip sonrasında 350 metreye ulaşan dik kayalıklardan iniş yaparak da ulaşabilirsiniz. Fakat ikinci yol oldukça zorlu ve tehlikeli. Ya profesyonel sporcu olmalısınız ya da rehber eşliğinde inmelisiniz. Ama “ben maceraseverim illa ki bu deneyimi yaşamak isterim” derseniz; spor ayakkabılarınız ayağınızda, suyunuz elinizde, dikkatiniz de kırmızı işaretli yerlerde olsun. Dağcılar işaretlenmiş kayaları takip ederek üç farklı noktada ise iplerden tutunarak iniyorlar. Biz cesaret edemedik doğrusu, sadece manzarayı tepeden görebilmek için Faralya köyüne geldik. Köylülerden en güzel manzaranın George House’un bahçesi olduğunu öğrendik ve karşımızda Kelebekler Vadisi’nin büyüleyici manzarasını bulduk.






vadiye inen yol
Vadiye tekneyle geldiğinizde karşıdan göreceğiniz manzara da ayrı güzel. Denizin eşsiz rengi doğayla buluşunca tablo gibi görünüyor. Vadinin dik kayalıkları karşısında büyülü bir atmosfere adım atıyorsunuz adeta. Etraf o kadar doğal, sessiz sakin ki bu dinginliği bozmaya korkuyor insan.




Vadinin iç kısımlarına doğru yürüyünce yolun sonunda kaynağı Faralya köyünde olan ve 50 metre yükseklikten vadiye dökülen şelaleyi görüyorsunuz. Yol boyunca ise çeşit çeşit ağaçlar, çiçekler, arılar, cırcır böcekleri :) Kelebekleri görebilmek için en uygun zamanın Eylül-Ekim ayları olduğu söyleniyor. Vadide göremesek de yukarıda Faralya’da bir tane gördük. Oradan kaçmış olabilir mi?! :)








Kelebekler Vadisi doğal yaşamı seven kampçıların, hippilerin uğrak yeri. Aynı zamanda burada bir yoga merkezi bulunuyor. Vadideki tesis konaklama, yeme-içme ihtiyaçlarına olanak sağlıyor. Bungalov ya da çadır kiralayabiliyorsunuz.

Buraya günübirlik gelen gürültücü tekneler olmasa, denizi kirletmese, insanlar doğaya karşı daha saygılı olsa ve vadi yüzyıllar boyu varlığını aynı güzellikte sürdürebilse..




Kabak Koyu
Likya yolu üzerinde Kelebekler Vadisi’nden sonra gelen Kabak Koyu el değmemiş, bozulmamış, her şeyin doğal kaldığı cennet gibi yerlerden. Buraya aracınızla Faralya üzerinden gelebileceğiniz gibi Ölüdeniz’den kalkan Kabak koyu minibüsleri ile de gelebiliyorsunuz. Ancak aşağıya araç geçişi yasak olduğundan Faralya köyünde inmeniz gerekiyor. Ya yeniden koya inen eski minibüse bineceksiniz ya da yürüyeceksiniz. Ben farklı zamanlarda iki yolu da denedim. Öncelikle şunu söylemeliyim ki koya inen külüstür minibüs sahibinin paragöz tavrı hiç hoşuma gitmedi; dolmadan kalkmıyor ve sizden 40-50 tl gibi bir ücret talep edebiliyor. Bu ücret gelen kişi sayısına bölünüyor. O yüzden beklemek zorundasınız. İlk gidişim eşimleydi; inerken minibüse bindik, dönerken yürüdük. Yol çok kötü, virajlı; etrafı toza dumana katan un gibi bir kum.. Ama manzara şahane! Dönerken aynı yoldan manzarayı izleye izleye, fotoğraf çeke çeke yaklaşık 1 saatte yürüdük. Yolun sonunda ayaklarımız çimentoya bulanmış gibiydi. Köyde bahçesini sulayan teyze halimize acıdı ki ayaklarımıza su tuttu:)

İkinci gidişim ise geçen sene annemleydi. Baktık ne gelen var ne giden, minibüsçüye de sinir olunca yürümeye karar verdik. En kısa yolun yamaçtan aşağı kırmızı işaretli yerleri takip ederek inmek olduğunu öğrendik. İlk çabamız yanlış bir yol olunca oradaki işletme çalışanlarına sorduk. Bir bize baktılar, bir de ayağımızdaki parmak arası terliklere. “Yalnız bu şekilde zor, terlikleriniz kopabilir ve ormanın içinde kalabilirsiniz” dediler. Başka şansımız yoktu ve denemek istedik. En azından Kelebekler Vadisi kadar dimdik ve sarp kayalık değildi. Daha önce hiç trekking deneyimi olmayan, dağ tepe inmemiş biz, parmak arası terliklerle bu kararı almışız; ne cesaret ama! Spor ayakkabılarımız olsaydı zevkli olabilecek bu iniş haliyle stresliydi ama başardık. Gördüğümüz manzara ve sonrasında koya ulaştığımızdaki güzellik tüm yorgunluğumuzu aldı.  








canım annemle zorlu inişi başardık :)
Sahilde boylu boyunca uzanan hasır gölgeliğin altına havlunuzu serip hiç tanımadığınız insanlarla hoş bir sohbette bulabiliyorsunuz kendinizi. Herkes doğal, rahat, kendi halinde takılıyor. Etrafta salaş giyimli, rastalı saçlı pek çok tip görebilirsiniz.

Denizin turkuaz rengi huzur verici. Ancak bir önceki sene daha temizdi; kıyıya yakın yerlerin çok berrak olduğunu söyleyemeyeceğim; açıldıkça güzel.


Doğal yaşam kampları, bungalovlar, derme çatma kulübeler ve çadırlar Kabak koyunun tarzını yansıtan konaklama seçenekleri. Sahilde tanıştığım bir grup bunlardan bağımsız olarak sahilde sabahlıyormuş. Tanıştığım başka biri de yukarıdaki bungalovlarda kaldığını, tek başına geldiğini ve çok iyi vakit geçirdiğini anlattı. Herkes birbiriyle kısa sürede kaynaşıp arkadaş olmuş; gece sahilde ateş yakıp şarkılar söylüyorlarmış. Tıpkı eski zamanlardaki gibi, ne hoş :)  






fonda reggae müzik :)
Doğal yaşamı seven, konfor aramayıp huzur arayanlar için ideal bir yer. Hep doğal kalması dileğiyle..

3 Nis 2016

YEDİGÖLLER

Yedigöller Milli Parkı, Batı Karadeniz Bölgesi’nde oldukça engebeli bir arazi üzerinde yer alıyor. Adı üzerinde yedi tane gölden oluşan bölge bitki örtüsü açısından çok zengin. Yer hareketleri sonucu kitleler vadilerin önlerini kapamış ve suların birikmesiyle de bu heyelan göller oluşmuş. Bunlardan bazıları dip kaçakları ile birbirine bağlı. Sırasıyla Seringöl, Büyükgöl, Deringöl, Nazlıgöl, Kurugöl, İncegöl ve Sazlıgöl. Özelliklerine göre adlandırılmışlar.



İlk göze çarpan büyüklüğü ve büyüleyici manzarasıyla Büyükgöl. Gölün çevresinde nefis fotoğraflar çekerek bir tur atabilirsiniz. Biz sonbaharda gittiğimiz için muhteşem bir manzara vardı. Ağaçların her tonunu gördük; tam bir görsel şölen! 

Büyükgöl






Hemen karşısında Deringöl yer alıyor. 
Deringöl
Milli park girişinde Seringöl bulunuyor. 

Yol boyunca yukarı doğru yürüyünce diğer göllere ulaşıyorsunuz. Biz aşağıdaki gezintimizi bitirip kilitlenmiş bir trafiğin içinden yokuş yukarı yürüdük. Korkunç bir araç kalabalığı vardı ve bu beni çok rahatsız etti. Ancak doğal yapıdan dolayı bu duruma bir çare yok. Doğada huzurlu yürüyüşler yapmak istiyorsanız daha sakin günleri tercih etmelisiniz.

Yukarıda önce Kurugöl ve Nazlıgöl'ü gördük. Nazlıgöl’e tepeden bakan yamaçta piknik masaları, mangalcılar ve kampçılar vardı. Buraya kamp yapmak için gelen doğa kulüpleri olsa da çoğunluk günübirlik ziyaretçilerden oluşuyor. 
Kurugöl
Nazlıgöl
Biraz daha ilerledikten sonra bence en güzel iki göl İncegöl ve Sazlıgöl’e ulaştık. İncegöl üzerinde oluşmuş yosunlaşmış tabakadan dolayı yeşile boyanmış gibi. Nefis bir görüntü!
İncegöl
İncegöl
İncegöl







Bu gölün hemen arkasında ise gizli cennetin kapıları açılıyor resmen. Yine muazzam görüntüsüyle Sazlıgöl süzülüyor. 

Sazlıgöl

Geldiğimiz yoldan aşağı doğru yürürken sağda Pisagor Ağacı tabelasını gördük ve  ormanın derinliklerine doğru ilerledik. (500mt içerde) Bir ağacın diğerinin üzerine devrilip kaynaşmasıyla oluşmuş bu ağaç tam bir ikizkenar dik üçgen görünümünde. 






Yedigöller’e ilk kez 12 yaşında gitmiştim. Eşsiz doğasıyla hayalimde canlı tuttuğum bu milli park 20 yıl sonra da güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Koruma altında olan bölge ne mutlu ki bozulmamış, el değmemiş. Keşke diğer cennet köşelerimiz de doğal yapısı bozulmadan yüzyıllar boyu varlığını sürdürebilse; acımasız insanoğluna karşı direnebilse.. Bir yerin önceki ve sonraki fotoğraflarına bakınca içim sızlıyor. Hep böyle güzel kalması dileğiyle..